...

Dış Politikada Zincir Etkisi

Türkiye Materials 5 Ocak 2018 16:44 (UTC +04:00)

Trend takip edin

İran’da başlayan olaylar, ABD’nin Rıza Zarraf ve Hakan Atilla Davası kararı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Fransa ziyareti… Gündemimize bomba gibi düşen bu üç olayı Türkiye’den ayırmak mümkün olmadığı gibi birbirinden bağımsız olarak görmek de mümkün değildir. Dış politikada birçok olayı birbirine bağlı zincirlere benzetsek yanlış da olmaz.
İran’ın kuzeydoğusunda Meşhed’de 28 Aralık’ta başlayan gösteriler birkaç günde ülkenin büyük bir kesimine yayılım gösterdi. Ölenlerin olduğu olaylarda, kamu binaları da büyük zararlar gördü. Konuya ilişkin 2 Ocak’ta Dışişleri Bakanlığımızda açıklama yaparken önemli mesajlara da yer verildi. Türkiyeaçıklamayla; İran’ın toplumsal huzur ve istikrarının korunmasına büyük önem verdiğini, İran Cumhurbaşkanı Ruhani’nin halkın barışçıl gösteri yapmaya hakkı olduğu mesajının önemine, aynı zamanda gelişmeleri kışkırtıcı söylem ve “dış müdahalelerden” kaçınılmasının temenni edildiği vurgulandı. Buradaki dış müdahale vurgusu oldukça dikkat çekiciydi. Benzeri şekilde Cumhurbaşkanı Erdoğan’da aynı mesajları mevkidaşı Ruhani’ye iletti.
İlk olarak İran’daki olayların başlangıcını incelemekte fayda var. 28 Aralık’ta Meşhed’de olayların fitilini ateşleyen ilk gelişme Meşhed Cuma İmamı olan Ahmed Alemulhuda’nın İran rejimi, dini lider Ayetullah Ali Hamaney ile Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’yi eleştiren açıklamaları oldu. Alemulhuda’nın aynı zamanda Ruhani’nin Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki rakibi muhafazakâr muhalif İbrahim Reisi’nin kayınpederi olduğu da gözden kaçırılmaması gereken bir detaydır. İşte iç siyasi çekişmeden kaynaklanan bu açıklamalar bir anda Reisi’nin güçlü olduğu Meşhed ve Kum kentlerinde protestolara dönüştü. Bu protestoların halkın bazı şikâyet ve tepkileriyle birleşmesi ise olayları büyüten ve ülkenin büyük kısmına sıçratan etken oldu.
Eylemcilerin Hamaney ve Ruhani’ye yönelik tepkilerinin yanı sıra, fiyat artışları, işsizlik ve kötü ekonomik koşullara da itiraz ettikleri görülüyor. Bunlar İran’ın kendi iç meseleleri, bizi ise bu olayların dış boyutu ve Türkiye için de önemli olabilecek kısmı ilgilendiriyor. İlk olarak olaylara büyük oranda muhalif ve muhafazakâr Şiilerin katıldığı görmekle birlikte Tebriz merkezli büyük Azeri Türkü toplumun olaylara katılmadığı ve destek vermediği görülüyor. Nitekim Türkiye bu konuda bölgeye yönelik çok net mesajlarda verdi.
Göstericilerin İran’ın Suriye, Yemen gibi dış operasyonlarını da büyük oranda eleştirdiği, İran kimliğini ön plana çıkartıp, Araplara yönelik karşıt söylemler dile getirdikleri de dikkat çekiyor. Hem bu söylemler hem de ABD, İsrail ve Suudi Arabistan’ın gösterileri desteklediğine yönelik açıklamaları, olayların dış desteğinin de olduğunu ve bir oyunun kurgulandığını düşündürüyor. Ayrıca PKK’nın İran kolu PJAK’da olaylara destek verdiğini belirtti. Tüm bu gelişmelere istinaden İran’da rejimin devrilmeye ya da değiştirilmeye çalışıldığı, Arap karşıtı hareketlerin güçlendirildiği, PJAK’ın ön plana çıkmaya hazırlandığı, Muhaliflerin sesini dış desteklerle birlikte daha çok yükseltmeye başladığı anlaşılıyor.
Reformistleri temsil eden Cumhurbaşkanı Ruhani’nin olaylara sert müdahale etme yanlısı olmaması ve rejim ile Ruhani taraftarlarının sokaklara inmesiyle olayların büyük oranda dindiği görülüyor. Orta Doğu’da başta Irak’ta Mesut Barzani’nin ABD ve İsrail desteğiyle giriştiği bağımsızlık sevdası ile Suriye’deki iç savaşın bitirilmesi konusunda Türkiye, Rusya ve İran’ın ortak adımları ile karşı duruşunun yaşandığı bu dönemde İran’da olayların patlak vermesi bizlere çok da şaşırtıcı gelmiyor. Açıkçası İran’ın iç meselelerle uğraştırılması ve güçsüzleştirilmeye çalışılması açık bir dış müdahale görüntüsü uyandırıyor.
ABD’nin İran ve Irak’ta Tahran karşıtı Şii grupları organize ettiği, iki ülkedeki PKK ve Halkın Mücahitleri Örgütünü hem askeri hem de politik olarak güçlendirdiği de biliniyor. ABD bu hamleleriyle İran’da rejimi devirmeyi ya da güçsüzleştirmeyi, Irak Bağdat merkezi yönetimini değiştirmeyi veya kontrol altında tutmayı, Irak Kürt Bölgesel Yönetiminde ise Barzani’yi saf dışı ederek, PKK’yı güçlendirmeyi hedefliyor. Benzer şekilde ABD’nin Suriye’de de PKK’nın politik ve örgüt kolu PYD/YPG’yi özerkleştirmeye çalıştığı zaten bilinen bir gerçek. ABD’nin Orta Doğu planında PKK çok kullanışlı bir araç olarak kullanılmaya devam ediliyor.
Türkiye’nin bu oyunlar doğrultusunda Rusya ve İran ile Suriye’den PYD’nin bertaraf edilmesi sürecini hızlandırması gerekiyor. Yine aynı şekilde ABD’nin Irak’ın Kuzeyindeki planını deşifre edip, Barzani ile yeniden diyaloga geçmesi hatta Ankara’nın Tahran, Bağdat ve Erbil ile PKK konusunda çözüm üretmesi de şart. Türkiye kendi göbek bağını kendi de kesebilir. Ancak bunun bölgesel bir sorun olduğu aynı zamanda Suriye, Irak ve İran’ın hatta Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tehdit ettiği de unutulmamalıdır. Bölgedeki terör ve istikrarsızlık her ülkeyi ilgilendiriyor. Türkiye böylelikle bu ülkelerden gelecek yeni mülteci akımlarının da şimdiden önüne geçmiş olur.
Gelelim ABD’deki Rıza Zarraf ve Hakan Atilla davalarına. Öncelikle şunu söylemek gerekir ki bu davanın ne Türkiye’nin İran ambargosunu delmesiyle ilgisi var, ne de Rıza Zarraf’ın Türkiye’de sözde rüşvetler vermesiyle. Türkiye Zarraf’ı hapislerde bile çürütseydi de ABD bu faturayı çıkaracaktı. Bu dava ABD’nin Türkiye’yi cezalandırma davasıdır kısa ve net olan budur. Türkiye’nin bağımsızlığının derdinde olması, ABD’nin Orta Doğu’da özellikle Kürt Terör Devletini kurmasına engel olması, FETÖ’yü temizlemeye girişmesi, dış politikada ABD’den bağımsız hareket edip özellikle Orta Doğu’da Rusya ve İran ile attığı ortak adımlar, Rusya’dan S-400 füzelerinin alınması, BM’de Kudüs konusunda ABD ve İsrail’e tarihi bir ders vermesi bu cezalandırmanın sadece birkaç nedenidir.
Türkiye’de İran gibi cezalandırılmaya çalışmaktadır. FETÖ, PKK ve DAEŞ ile boyun eğdirilemeyen Türkiye, ekonomik yaptırımlarla ve uluslararası kamuoyunda yalnızlaştırılmaya çalışılarak mağlup edilmeye uğraşılmaktadır. Benzeri şekilde Rusya’ya da bazı cezaların kesilebileceği muhtemeldir. Rusya’da önümüzdeki aylarda devlet başkanlığı seçimleri yapılacaktır. Bu seçimlerden Putin’in mağlup ayrılması çok beklenmiyor ancak Rusya da özellikle Ukrayna meselesi üzerinden zarara uğratılabilir. ABD’nin Ukrayna’da bu yönde askeri desteklerde bulunduğu biliniyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Fransa ziyareti işte bu gelişmeler üzerine gerçekleşiyor. Türkiye hem uluslararası hem de bölgesel cepheleşmelerde bloğunu dış politikada güçlendirmeye uğraş veriyor. Erdoğan’ın AB ile yeni bir döneme girildiği mesajını vermesi işte bu pencereden okumalıdır. Nitekim Türkiye – ABD ilişkileri ne kadar gergin olsa da, hatta Türkiye’nin AB ülkeleriyle kriz yaşadığı söylense de bunun ekonomik ilişkilere çok da yansımadığı görülüyor. Öyle ki 2017 yılı itibariyle Türkiye’nin en çok ihracat yaptığı ülke 14,9 milyar dolarla Almanya oldu. İkinci 9,3 milyar dolarla İngiltere, üçüncü 8,3 milyar dolarla İtalya’ydı. Dördüncü ve beşinci ise 8,1 milyar dolarla ABD ve Irak oldular. Ayrıca Türkiye ihracatının neredeyse yarı yakınını AB ülkelerine yapıyor. Türkiye’nin AB ile ekonomideki bu ilişkilerini artık siyasete de taşıması gerekiyor. Erdoğan’ın Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ile görüşmesi tüm bu durumlardan ötürü oldukça önemli.
Türkiye’nin özellikle son dönemdeki dış politikasını iyi anlamamız gerekiyor. Çok boyutlu diplomasi olarak adlandırdığımız bu dönemin temel taşları şu; Türkiye ulusal ve uluslararası ölçekte kendi çıkarları doğrultusunda hareket ederek, kendi doğrularını söylüyor, kırmızı çizgilerini de savunuyor. Türkiye bir eksene mahkûm durumda da değil, kendi eksenini kendi tayin etmeye çalışıyor. Başta Orta Doğu’daki krizlerin çözümünde Rusya ve İran ile ortak hareket etmeye çalışması, AB ile ilişkilerini özellikle ekonomik manada sağlıklı bir şekilde yürütmesi, İslam ülkelerine özgüven kazandırıp onlara uluslararası arenada öncülük etmeye uğraşması, Şanghay İşbirliği Örgütü gibi alternatif örgütlere de yönelmesi işte bu çok boyutlu diplomasi hamlelerinin gereğidir. Böyle de okunması gerekir…
Not: Geçen yıl İzmir’de teröristlerle kahramanca çatışarak şehit olan merhum polis memuru Fethi Sekin’in bugün ölüm yıl dönümü. Rahmetle anıyorum. Mekânı cennet olsun…
Erdem EREN

Etiketler:
Son Haberler

Son Haberler