Türklerin Orta Asya'dan çıkarak, yaklaşık 1000'li yılların öncesinde Anadolu'ya ulaşması, sonrasında ise 1453 yılında İstanbul'un fethiyle Bizans'ı yıkarak bir dünya imparatorluğu kurması, Türklerin Avrupa'yla olan ilişkilerinde önemli bir dönüm noktasıdır.
Türklerin Avrupalılarla tanışmaları esasında ilk olarak cephelerde olmuştur. Bir cihan imparatorluğu kurulması, sürekli yayılma ve genişleme politikaları ile batı da uzun dönemli hükümranlığı, Avrupalının kafasında farklı bir Türk imajı oluşturmuştur. Oluşan bu Türk imajı Avrupalı da rahatsızlık verici bir çağrışım yapmakla birlikte, bazen korku, kimi zaman da merak ya da hayranlık şeklinde gelişmiştir. Bu anlamda Türkleri çok iyi tanırlar ve bilirler.
Türk Ulusunun doğu kapısını kapatmasıyla, Avrupa, ilerlemesini uzun bir süre bu alanda sağlayamamış, kendine yeni alanlar aramıştır. Bu arayışlar biraz zahmetli olsa da, elde ettikleriyle tekrar güçlenmiş, gelişmiştir. Ancak Türklerle sürekli bir çatışma ortamında olduklarından, karşılıklı bu etkileşim, onların belleğinde farklı bir Türk algısı, Türkler de ise batılılaşma sürecinin başlamasını meydana getirmiştir.
Yüzyıllar boyunca Türkleri; "Barbar, Müslüman, Doğulu" olarak nitelendirmişlerdir. Ancak bu düşünce yapısı, tarihin seyri içinde, Osmanlı İmparatorluğu ile siyasi, sosyal ve kültürel anlamda etkileşim içinde olan Avrupa devletlerinde, bir dönüşüm meydana getirmiştir.
Tanışma ve yakınlaşma, sonrasında birçok alanda da devam etmiştir. 1808 yılında padişahın yetkilerini sınırlandıran Sened-i İttifak, 1839 yılında Tanzimat Fermanı, 1856 yılında Islahat Fermanı gibi reformlar yakınlaşmayı sağlayan önemli adımlardır. Kısaca Osmanlının son dönemlerinde yakınlaşma adına birçok önemli değişiklikler yapılmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla batılılaşma süreci daha bir hız kazanmıştır. Ticaret Kanunu, Ceza Kanunu, Medeni Kanun, Laiklik gibi bir dizi yenilikler batıdan getirilmiştir. 2. Dünya Savaşı'ndan sonra da Türkiye uluslararası ilişkilerinde ve örgütlenme sürecinde yerini hep Avrupa'nın yanında yer alarak belli etmiştir. 1948 yılında OECD, 1949 yılında Avrupa Konseyi, 1952 yılında Nato üyeliğine kabul edilmiştir. Yani Türkiye, Avrupa'nın bütünleşmesi gayesi ile oluşturulan kurumların hemen hepsine katılmak için çabalamıştır.
Tanzimattan bu yana devam eden batı'ya yöneliş, Avrupa kıtasında toprakların bulunmasından, yüzyıllara dayanan Balkan ülkeleri ile komşuluk ilişkilerinden, ticaret ya da bazen şartların öyle gerektirmesi gibi farklı etkenlerden hep devam etmiştir. Günümüzde de ithalat ve ihracatımızın büyük bir çoğunluğunu yine Avrupa ile yapmaktayız. Bu oran hala bağımlılık derecesinde yüksektir.
Görülmektedir ki Türklerin Avrupa ile ilişkilerinde İslam dinine mensubiyetleri, farklı bir kültüre sahip olmaları ve coğrafi konumları karşılarına engel olarak çıkartılsa bile, Avrupalı olmak, Türkiye'nin çok eskilerden beri sürdürdüğü bir politikasıdır. Bu amaç doğrultusunda çatışma ve çekişme de hep söz konusu olmuştur.
Günümüzde Türkiye'nin, Avrupa Birliği ile ilişkilerini etkileyecek çok sayıda konu var. Globalleşen dünyamızda karşılıklı etkileşim eskiye nazaran, artık çok daha fazla... Bazı dönemlerde Türkiye'nin, Avrupa ile ilişkilerinde; kopmalar yaşanmış, krizler meydana gelmiş olsa da, karşılıklı çıkarlar, ortak zeminde bir araya gelmeyi hep sağlamıştır.
Güngör Gökdağ