Coğrafya kaderdir… Bu çok bilinen sözün sahibi İslam tarihinin en önemli düşünürlerinden İbn-i Haldun’dur. Temel anlamda Haldun bu sözü coğrafyanın ve coğrafyaya bağlı olarak iklim, sıcaklık ve su kaynakları gibi doğal etkenlerin milletlerin ve ülkelerin kaderlerini nasıl etkilediği tezi üzerine söylemiştir. Dünyayı yedi iklim bölgesine ayıran, ekolojik yapının ve özellikle iklimin insanlar ve milletler üzerindeki etkilerini inceleyen Haldun, Afgan dağlarında yaşayan bir insan ile Küba veya Danimarka’da yaşayan bir insanın mizacının aynı olamayacağını vurgulamıştır. İnsanların, milletlerin ve hatta devletlerin yaşadıkları coğrafyadan doğrudan ya da dolaylı olarak etkilendiğini belirtmiştir.
Bireyler nasıl hangi anne ve babadan doğacağını, cinsiyetlerini, mensup oldukları milleti, doğacakları yer ve tarihleri seçemedikleri gibi aslında devletler de kuruldukları ve hüküm sürdükleri coğrafyaları da seçemediler. Örneğin Türkiye gibi… Osmanlı Devletinin halefi olarak bu topraklar üzerine kurulan Türkiye’nin de coğrafyasını seçme gibi bir şansı yoktu. Kuzey veya Güney Amerika’da, Uzak Doğu veya Okyanusya’da olmayı seçememişti. Coğrafya kaderdir… Belki de bu sözün en çok uyduğu ülkede Türkiye’dir…
Yıllar önce çokça söylenen bir şiir vardı; “Türk Olmak” diye. Öyle sözleri vardır ki şiirin Türkiye için coğrafyanın kader olduğunun delilidir. Ne diyor şiir bazı cümlelerini paylaşalım;
- Kosova’da, Bosna’da, Batı Trakya’da, Makedonya’da bilmem kaç asır geçmişte kalan meselelerin hesabını vermektir; Türk olmak…
- Kıbrıs’ta, Hocalı’da, Anadolu’da, Balkanlar’da, soykırıma uğrayıp, yapmadığı soykırımla suçlanmaktır; Türk olmak…
- Mostar’da köprü, Kerkük’te kale, İstanbul’da Kız kulesidir; Türk olmak…
- Kar yağdığında, kayak yapmayı değil, garibanları, evsizleri düşünmektir; Türk olmak…
- Yunus’u bilmek, Âşık Veysel-i, Mevlana’yı, Hacı Bektaş-ı Veli’yi, Hoca Ahmet Yesevi’yi sevmektir; Türk olmak…
- Asya’da Batılı, Avrupa’da Doğulu diye tepki görmek, ırk sözünü bilmeden yaşamaktır; Türk olmak…
İşte budur Türkiye’nin kaderi ve Türkiye’nin hem iç hem dış politikası bu farkındalıklara göre inşa edilmiştir. Uluslararası ilişkilerdeki temel bakış açısı da budur, kamu diplomasisi kuruluşlarımızın, TİKA’nın, AFAD’ın, Kızılay’ın, Türkiye Diyanet Vakfı’nın ve birçok kurum ve kuruluşumuzun Suriye’den Balkanlara, Arakan’dan Afrika’ya kadar sürdürmüş oldukları yardım faaliyetlerinin altında yatan duyguda budur.
Türkiye bir Avrupa ülkesidir. Aynı zamanda Türkiye bir Asya ülkesidir. Balkan ülkesi ve Orta Doğu ülkesidir. Hem Akdeniz hem de Karadeniz ülkesidir. Hem medeniyetlerin mozaiğidir hem de medeniyetler arasındaki en sağlam köprüdür. Her bir medeniyete iz bırakmış, her bir medeniyetin tarihine de adını yazdırmıştır. Avrupa’daki ve Balkanlardaki, Orta Doğu ve Afrika’daki, Kafkaslar ve Orta Asya’daki bir krize Türkiye’nin müdahil olmama ihtimali yoktur, olmayacaktır da. Türk iç ve dış politikası istemese de bu mümkün değildir, kaderdir. Kuru bir kadercilik de değildir. Türkiye Cumhuriyeti devletinin temel değerleri, kuruluş, ezeli ve ebedi felsefedir. Yüzlerce yıllık hafızamızın yükümlülükleridir.
Türkiye iz bıraktığı, geçmişinin olduğu, hafızasının emrettiği coğrafyalarda söz sahibi olmak zorundadır. Prof. Dr. Tufan Gündüz hocanın dediği gibi “Türk beklenilendir.” Buradaki Türk de bir ırkı ifade etmemektedir. Mazlumun yanında olandır Türk. İslam coğrafyasının her bir bireyi, Osmanlı millet sisteminin her bir mensubudur. Tarihte hiçbir milletin böyle bir hafızası yoktur. Günümüz siyasetini ve uluslararası ilişkileri de böyle okumak gerekmektedir.
Türkiye’nin Suriye’deki insani krize duyarsız kalması mümkün değildi. ABD İran’a ambargo uygularken, Türkiye’nin mezhep fark etmeksizin oradaki kardeşlerinin yanında olmama ihtimali de yoktu. Yine Irak’ta AK Parti hükümetinin en çok desteklediği isimlerden biri olan Mesut Barzani’nin Türkiye’nin isteğinin aksine referandum gerçekleştirmesine rağmen bir afet durumunda oraya ilk akın edende Türkiye’dir. Kilometrelerce öteden Rohingya Müslümanlarına el uzatan, Afrika’nın yer altındaki madenleriyle değil su kaynaklarıyla du kuyusu açmak için ilgilenen, Hindistan’daki ve Pakistan’daki Müslümanların lider ülke olarak benimsediği, Venezuela gibi sosyalist gücün etkin olduğu bir ülkenin bile umut olarak gördüğü ülkede Türkiye’dir.
Rıza Zarraf ile ilgili ABD’de gerçekleşen davanın, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun son günlerdeki söylemlerinin de altında hep bu tarihi hesaplaşmalar yatmaktadır. Türkiye, İran’a uygulanan ambargoda olduğu gibi ABD’nin veya küreselciler ile küresel sermayenin çıkarlarına göre değil, kendi ve İran’ın, bu coğrafyanın çıkarlarına göre hareket etmektedir. ABD, İsrail ve Batılı devletler ile NATO’nun en temel rahatsızlığı bundan kaynaklanmaktadır.
Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın Zarraf davası ile İran konusundaki sözleri de birçok şeyi açıklar nitelikteydi. Erdoğan, ABD’nin ambargosunu tanımıyoruz ki delelim dedi. Yine; “Biz ABD’ye böyle bir taahhütte bulunmadık. Davadan ne çıkarsa çıksın dünya ABD’den ibaret değil. Bizim İran ile ticari ve enerji konularında ilişkimiz var” diye yeniledi. Türkiye’nin dış politikada ABD’nin veya NATO’nun değil, kendi çıkarlarını gözetip, bağımsız politikalar takip etmesi, Rusya, İran ve Çin ile ilişkileri ABD’yi ve NATO’yu oldukça rahatsız ediyor. Tüm mesele de bu.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun grup toplantısında kürsüden savurduğu iddialara gelecek olursak, iddiaların Zarraf’ın mahkemeye çıktığı ve bu davanın gündeme geldiği sıralarda sarf edilmesi iki hamlenin adeta ortak planlandığı izlenimini veriyor. İkisinin de ana amacı Türkiye ve Türkiye’yi daha milli ve bağımsız bir şekilde idame ettirmeye çalışan Recep Tayyip Erdoğan. İddiaların ve delillerin hukuki karşılığından daha ziyade Kılıçdaroğlu’nun kime ve neye hizmet ettiği bizleri ilgilendiriyor. Dedik ya coğrafya kaderdir diye. Bu coğrafyada ne yazık ki Batı’nın çıkarlarına hizmet eden isimler de eksik olmuyor.
Sözün özü, coğrafyamız Türkiye için, devlet ve milletimiz için bir kaderdir. Türkiye bu coğrafyada kaderin karşısına çıkaracağı krizlere göğüs gelebilmek için milli ve bağımsız duruşuna sıkı sıkıya sarılmak zorundadır. Hal böyleyken Batı’nın değil, bu milletin yani cumhurun çıkarlarına hizmet etmek gerekmektedir. Bu bağlamda Erdoğan ile MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin hakkında konuştuğu “milli veya cumhur ittifakı” Türkiye’nin kaderini de büyük oranda etkileyecektir. Ama daha mühimi unutulmamalıdır ki; birçok coğrafyanın kaderi de Türkiye’nin kaderine göre şekillenecektir.
Erdem EREN