Avrupa Birliği'nin dış politika ve güvenlik politikası son yıllarda zor bir dönemden geçmektedir. İngiltere'nin kendi içine yönelerek bağımsız hareket etmesi, Brüksel'in dış politikada meydana gelen krizlere yanıt verememesi, Fransız-Alman işbirliğinin sekteye uğraması gibi etkenler; Almanya'yı AB dış politikasında etkin bir hale getirmiştir. Mülteci krizi gibi Avrupa içerisinde gerçekleşen krizler Almanya'yı, AB'nin dış ve güvenlik politikasını yönetmeye zorlamıştır. Kriz yönetiminin yanı sıra, Avrupa Komşuluk Politikası ve Ortak Güvenlik Savunma Politikası gibi genel AB politikalarını geliştirme bağlamında da Almanya merkezi rol oynamaktadır. Ayrıca Rusya, Türkiye, ABD gibi uluslararası aktörlerle ilişkiler konusunda da AB'ye liderlik etmektedir.
Almanya'nın dış politikası da uluslararası sistemdeki dönüşümlerden ve Avrupa siyasetinden etkilenmektedir. Dikkate değer bir husus ise hükümet, düşünce kuruluşları, ekonomi çevreleri, kamuoyu ve medya tarafından yansıtılan farklı görüşler, Alman dış politikasında yeterince uzlaşma olmadığını göstermektedir. Ancak Almanya, Avrupalı müttefiklerinin hassasiyetlerine özel önem gösterip, komşularını tedirgin edecek dış politika hamleleri yapmaktan ise sürekli kaçınır.
Almanya'nın liderliği ise askeri güç bağlamında değerlendirilmemeli, bilakis ekonomik gücü yönüyle, ağırlığı ve lokomotif vazifesi gördüğü bilinmelidir. Tarihsel deneyimleri itibariyle de askeri gücü son çare olarak gören, diyalog ve diplomasinin sihrine ve önceliğine itibar eden geleneği vardır.
Hiç şüphesiz Alman dış politikasının en önemli etki alanının Avrupa Birliği olduğu gözardı edilmemelidir. Kendi ülkesindeki toplumsal ve siyasi işleyişi aşırı uçlara kaydırmamak ve dış politikanın en önemli etki alanı olan AB içindeki sorunların kronik hale gelmesini engelleme hususunda büyük çaba harcamaktadır. Özellikle mültecilerin Avrupa bütünleşmesinin temel değerleri üzerinde yarattığı baskı ve Avrupa güvenliğini tehdit eder hali Almanya'nın tercih edeceği bir durum hiç değildir.
Ne var ki Ortadoğu'da yaşanan çatışma ve savaşlar; bölge insanının can güvenliğini tehdit eder hale gelmiş, sığınmak ve yaşamını idame ettirmek için güvenli bir liman aratır duruma getirmiştir. Tehlikenin sürmesi ise milyonlarca insanın evlerini, mallarını ve topraklarını bırakarak hicret eder duruma düşürmüş, kalitesi yüksek bir yaşam için göç hareketini tetiklemiştir. Yaşanan göç hareketi ise zaman içerisinde sadece çevresindeki ülkeleri değil, global bir sorun olarak Avrupa kıtasını da sarmış, en fazla da Almanya'yı etkilemiştir.
Yakın zamana kadar Almanya, ardı arkası kesilmeyen mülteci akımı neticesinde çeşitli problemlerle karşı karşıyadır. Savaştan kaçan mültecilerin izlediği güzergaha bakıldığında öncelik Avrupa olarak görünse de, asıl hedef olarak Almanya'ya ulaşmak istedikleri ortadadır. Almanya'nın kalkınmış bir ülke olması ve sosyal yardımlarının tatminkar oluşu mültecileri cezbetmekte, dolayısıyla oraya yönlendirmektedir.
Suriye özelinde Ortadoğu'da yaşanan çatışmalardan kaçan, Libya başta olmak üzere kuzey Afrika devletlerinden gelen, neredeyse tamamına yakını müslümanlardan müteşekkil olan göç hareketleri, Almanya için önemli sorunları da içinde barındırıyor. Bu sebeple de Almanya'nın güneydeki ülkelerle ilişkilerinde önceliği, Avrupalı değerleri yaymaktan ziyade istikrara endekslenmiş vaziyettedir.
Alman toplumunda yabancı karşıtlığının ve ırkçılığın artması, yabancı ve İslam karşıtı PEGİDA gibi hareketlerin siyasi alana yayılarak, destek görmesi, siyasi hareketlerin sokaklara taşması, mültecilerin yarattığı ekonomik yük gibi sorunlar Almanya için çok sakıncalı gelişmelerdir. Her geçen gün sayıları artan mülteciler farklı sorunları da beraberinde getirmektedir. Yabancılara karşı toplumsal alanda dışlayıcı ve mevcudiyetlerini sorgulayıcı refleks ve hareketler, mültecilerin toplum içine karışmasından sonra sokaklara dökülerek seslerini daha bir gür duyurmaktadırlar.
Mültecilerden kaynaklanan sorunlar, gelecek dönemlerde bir çözüme kavuşturulamaz yahut gelişleri engellenemezse, bu sorunun iç ve dış politikadaki etkilerinin Almanya'yı bekleyen en ciddi tehlike olduğu aşikar olarak görülmektedir. Çünkü ülkede yaşayan yabancı müslümanlar Alman kültürüne ve hayat standartlarına karşı bir tehdit olarak görülmekte, İslamiyet ise terörizmle aynı safta değerlendirilmektedir.
Mülteci sorununu hala insani yönden değilde bilakis sosyo-ekonomik açılardan ele alan Almanya ve AB, IŞİD gibi terör örgütlerinin yaptığı eylemlemlerle güvenlik sorunu da yaşamaktadır. Mülteci krizi lokal bir sorun değil, bilakis küresel bir sorundur. Oluşacak bir göç dalgası Avrupa'nın temellerini sarsabilecek, değerlerini dinamitleyebilecek bir siyasi krize her an dönüşebilir. Ayrıca kontrol altına alınamadığı takdirde aşırı sağın bir çığ gibi büyüyerek, bugüne kadar hiç olmadığı şekilde güçlenip, birleşerek Avrupa siyasetinde etkili olması kuvvetle muhtemeldir. Kısacası Avrupa ülkelerinde yapılan seçimlerde dengeleri ve yönetimleri değiştirebilecek kadar mühim ve vahim bir mevzudur.
Her derdin bir devası olduğu gibi, mülteci krizinin devası ve çözümü Türkiye Cumhuriyeti'nde saklıdır. Avrupa'ya girişi engelleyebilecek, tehdidi bertaraf edebilecek, tehlikeyi kontrol altına alabilecek ülke sadece Türkiye'dir. Bunun için yapılması gereken tek şey Türk hükümeti ile masaya oturup, işbirliği yaparak, sağlıklı bir diyalog kurmaktır.
Güngör GÖKDAĞ