TREND Haber Ajansı Türkiye ve Ortadoğu Masası Yönetmeni Rufiz Hafızoğlu
Farklı dil ve kültür sahibi 3 milyon göçmen, bulunduğu bölgenin dinamiklerini değiştirmek güçüne sahip.
Şu an 2. Dünya Savaşı'ndan sonra en büyük insani kriz Suriye'de yaşanmaktadır. Ülke çapında devam eden kanlı çatışmalar sivil halkın komşu ülkelere, Ürdün, Lübnan ve özellikle Türkiye'ye göç etmesine neden oldu.
Bilindiği üzere, Türkiye'de yaklaşık 3 milyon Suriyeli "göçmen", Türkiye için ise misafir bulunmaktadır ve şimdiye kadar Türkiye, Suriyeli göçmenlerin barıması için devlet bütçesinden yaklaşık 10 milyar dolar harcama yaptı.
Tabii ki, Türkiye'nin Suriyeli misafirler için yarattığı olanakları yazıya dökmek hiç de kolay değil. Diğer yandan resmi olarak Ankara Suriyeli misafirler için her ne kadar güzel barınma koşulları yaratsa da, hiç şüphesiz her kese kendi vatanı daha aziz olduğu gibi, Suriyeliler de kendi vatanlarına döneceği günü bekliyorlar.
Bu inkar edilemez bir gerçek ve Türkiye'ye sığınan Suriyeklilerin yaşadığı kamplara ziyaretim zamanı bu tespitlerin bir daha geçerli olduğu kanısına vardım.
Bir diğer gerçek ise, bir çok devletten farklı olarak Türkiye'nin Suriye'de yaşanan insanlık dramını her zaman gündemde tutmasıdır.
Türkiye kendini "reklam" ediyor
Acı bir hakikat ise, Türkiye Suriyeli misafirlere her ne kadar yardım yapsa da, maalesef bazı Batı basını, Ankara'nın Suriyeli göçmenlere ilişkin kirli planlarının olduğunu iddia ediyor.
23-24 Mayıs 2016 tarihlerinde İstanbul'da dünyanın bir çok ülkesinin liderinin katılımı ile, "Dünya İnsani Zirvesi" gerçekleştirilecektir.
Tam kesinlikle, Zirve'nin Suriye'de krizin başlandığı 2011 yılından itibaren yapılan en önemli çalışma olduğunu söyleyebiliriz.
Fakat maalesef bir çokları halen "Türkiye foruma ev sahipliği yaparak, kendini ön plana çıkarmak, etkisini yükseltmek istiyor" düşüncesine sahip.
Gerçekte ise, Türkiye'yi yakından tanıyanlar ve Ankara'nın Suriye krizinin yaşandığı ilk günden itibaren, krize insani yönden yaklaşımlarını biliyorlar.
Diğer bir tarafdan ise, Suriyeliler için devlet bütçesinde 10 milyar dolar harcama yapan bir devletin reklama ihtiyacı yok. Tam tersi, Suriye'de yaşanan insanlık dramına yüz çeviren Batı'nın insani değerlere bir daha hitab edilmesinin tam zamanıdır.
Avrupa ülkelerinden farklı olarak şimdiye kadar Türkiye hiç bir zaman, Suriyeli veya Iraklı göçmenlere dini, milli veya mehzepsel ayrımcılık yapmamıştır. Zira Türkiye için insanlık her şeyin önünde.
Suriyeli göçmenlerin dramı ise aslında, insanlık için büyük bir sınavdır.
Gözyaşı ve Dans
Suriyeli göçmenlerin yaşadığı bölgelerden biri de Gazıantep. Daha önce diğer şehirlerdeki Suriyeli göçmenlerin yaşadığı kampları gördüğüm için Nizip'te bulunan kaptaki insanları soğukkanlı karşılayacağımı düşündüm.
Nizip'de bulunan Konteyner Kenti'nde bana Orta Asya'dan olan meslektaşlarım da eşlik etti. Kampta bulunan okul, kütüphane, hastane, dikiş fabrikası ve bir çok önemli tesisleri gezdik.
Kentte Suriye'den olan tüm etniklerin kültürel faaliyeti için de her türlü olanak sağlanmıştı.
Kentte çoğunluk olan arapların yanısıra, Kürtler, Türkmenler de bulunuyor. Daha sonra, burada Çerkeslerin de buluğunu öğrendim. Kafkasya ve Orta Asya'dan geldiğimiz duyunca, bizden kendi danslarını izlememizi rica ettiler. Tabii ki bunu redd edemezdik.
Dans, kendinde güzelliği ve hızıyla beraber büyük keder ve üzüntüyü birleştirmişti.
Kimisi için sıradan, kimisi için ise anlamsız olan bu dans benim için 1864 yılından itibaren sürgüne mahkum edilmiş Çerkes halkının, gözyaşı ve acısının simgesiydi. Bir dansın beni kedere boğacağını asla hayal edemezdim.
Duygularımızı kaybetmedik
Bazıları için 3 milyon sadece bir rakam olsa da benim için her bir Suriyeli göçmenin hayatı ibret dolu bir hikaye. Bu düşünceler ile kampda gezmeğe ve çocuklarla konuşmaya başladım. Her çocuğun farklı hayali olsa da hepsinin ortak hayali vatanlarına geri dönmek.
Fotoğrafını çekmek için yaklaştığım küçük bir kız ise bana asıl insanlık dersi verdi:
"Amca , neden fotoğraflarımızı bize sormadan çekiyorsun. Biz küçük olsak da duygularımız var, biz insanız eşya değiliz. Ne olur bize sormadan fotoğrafımızı çekmeyin. Babam yanımda olsaydı o izin vermezdi."
Daha sonra isminin Fatime olduğunu öğrendiğim yavrunun, babasını İdlib'de kaybettiğini öğrendim.
Tam kararlılıkla söyleye bilirim ki, Türkiye'de bulunduğum sürece bir çok resmi kurum temsilcilerinin bize Suriyeli göçmenlere ilişkin verdiği istatistik bilgiler küçük Fatime'nin "Biz eşya değiliz" sözleri karşısında acizdi.