Bir önceki yazımızda Batı Trakya, Üsküp, Priştine, Podgoritsa ve Sofya merkezli olarak Balkanlarda yaşanan güncel gelişmeleri ele almıştık. Öncelikle bir önceki yazımızdan yola çıkarak ülke ülke temel ve basit bir tablo resmedip, sonra Türkiye’nin Balkan Politikası bu tabloya göre nasıl şekillendirilebilir ve öneri olarak sunduğumuz “bütüncül politika” nedir onu açıklayacağız. Komşularımızdan başlayalım.
Bulgaristan; Ülkede soydaşlarımız iki parti arasında kutuplara ayrılmış, gün geçtikçe de bu kutuplar arasındaki uçurum derinleşmiştir. Avrupa Birliği’ne girmesine rağmen Bulgaristan eski kapalı rejim alışkanlığını bırakmamış, bu nedenden ötürü de Türk kamu diplomasisi kurumlarımız ile sivil toplum kuruluşlarımız ülkede rahatça faaliyet gösterememektedir.
Yunanistan; Batı Trakya’da ki soydaşlarımızın siyasal, ekonomik, kültürel ve dini hakları konusunda yaşadıkları sorunlar devam etmekle birlikte, Bulgaristan’da olduğu gibi kurum ve kuruluşlarımız büyük oranda sınırlı hareket edebilmektedir. Soydaşlarımız siyasal olarak güçlü bir yapıyla tam anlamıyla temsil edilememektedir.
Makedonya; Soydaşlarımız ülkede üç partiyle siyasal olarak bölünmüş, diğer ülkelerde yaşanan siyasal, ekonomik ve kültürel sorunlar burada da büyük oranda devam etmektedir. Ülkede soydaşlarımız ortak hak arayışını bir kenara bırakın siyasal olarak tek çatıda toplanmak için bile birbirlerine tahammül edememektedirler.
Arnavutluk ve Kosova; ABD ve Vatikan ülkede harıl harıl çalışmakta, ülkede misyonerlik ile Hıristiyanlaştırma faaliyetleri zirveye çıkmaktadır. Ayrıca ABD ve şirketleri ülkenin birçok yer altı ve yer üstü kaynağını işletmekle beraber yönetmektedirler. Soydaşlarımızın büyük bir çoğunluğu Kosova’da yaşamakta olup, buradaki Türklerde Makedonya ve Bulgaristan’da olduğu gibi siyasal olarak bölünmüş ve iki parti ile kutuplara ayrılmıştır.
Sırbistan; Sancak Novi Pazar bölgesindeki dindaşlarımızla ülkemiz arasında ciddi köprüler bulunsa da Sırbistan, etnik kökenli politikalarını bölgede esirgememiştir. Bosna Hersek ve Kosova’daki Sırp bölgelerini özerkleştirmeye çalışmakta, Çetnik paramiliter grupları hala harekette tutmaktadır.
Karadağ; Balkanlarda Türkiye ile ilişkileri diğer ülkelere oranla daha az seviyede olan ülke, gün geçtikçe Avrupa Birliği üyeliğine daha çok yakınlaşmakta, NATO üyeliğiyle ise ABD’nin büyük oranda etkisine girmiştir.
Bosna Hersek; Dayton’la oluşan üçlü bölünmüş yapının hala zararlarını çekmekte olan Bosna, siyasal istikrarın bir türlü sağlanamaması, ABD, AB ve Hırvatistan-Sırbistan’ın baskılarıyla gerekli ilerlemeyi kaydedememiştir.
Romanya; Türkiye’nin Balkanlarla ilgili çalışmalar yürüten kurumlarının sıklıkla unuttuğu ülkelerden biri olan Romanya’da önemli bir soydaş nüfus bulunmakta olup, diğer ülkelerdeki gibi benzer sorunlara sahip buradaki soydaşlarımızın Türkiye’deki kurumlarımızla daha çok işbirliğine ihtiyaçları bulunmaktadır.
Hırvatistan ve Slovenya ise Balkan ülkeleri arasında sayılsalar da büyük oranda AB’ye entegre olmuş birer ülke olarak Avrupa kimliğini daha çok benimsemişlerdir. Macaristan ve Moldova ise bazı görüşlerce Balkanlara dâhil edilmekte bazılarında ise Balkan ülkeleri olarak sayılmamaktadır. Ancak bu ülkede de soydaş sayabileceğimiz topluluklar yaşamaktadırlar.
Balkan ülkelerinin ya da soydaşlarımız ile dindaşlarımızın tabii ki sadece tek sorunları bunlar değil. FETÖ’ nün Balkanlardaki gücünü yok sayamayız ama FETÖ’yü ABD’den de ayıramayız. Balkanlarda FETÖ’yle mücadelenin yolu Orta Doğu’da olduğu gibi ABD’ye karşı dur demekten geçmektedir.
Yine bugün Balkanlar; ABD, Almanya ve Rus gizli servisleri, Vatikan’ın misyonerleri, İran ve Suudi Arabistan şirketleri ile dini cenahlarının, Çin’li yatırımcılar, Almanya ve Avusturya insan kaynakları ile kamu diplomasisi kuruluşlarının, ABD ve Rus askeri cepheleşmesinin, AB’nin Batı ve Güney Balkanlar genişlemesinin tahakkümü altındadır.
Türkiye’nin Balkanlar konusunda net bir karar vermesi gerekmektedir. Bugün Balkanlarda Müslüman toplumlar olarak Türklerden Arnavutlara, Boşnaklardan Torbeşlere, gayri Müslim olarak Bulgarlardan Rumlara, Makedonlardan Sırplara birçok halk yaşamaktadır. Acı gerçek şu ki mevcut nüfus ve nüfuzları ile Türkler Balkanlarda azınlık durumdalardır.
Türkiye’nin karar vermesi gereken konu şudur: Türkiye Balkanlar’da soydaşlarımızın haklarını korumayı vazife edinen bir bölge ülkesi olarak oyuncu mu olacaktır, yoksa Balkanlarda ABD, Rusya, AB gibi ülkelerin karşısına oyun kurucu olarak mı çıkacaktır? Türkiye eğer oyun kurucu olacaksa bunun formülü: “Bütüncül Politika’dır.”
Bütüncül politika siyasi, etnik, askeri, ekonomik ve kültürel ayakları olan bir formüldür. Ancak en önemlisi etnik ve ekonomik ayağıdır. Türkiye bugüne kadar gelinen süreçte Balkanlarda özellikle kamu diplomasisi kuruluşları vasıtasıyla yumuşak gücünü en iyi kullanan ülkelerden biri olmuş, kültürel gücü bölgede en iyi şekillerde uygulayabilmiştir. Ancak bunu geliştirmesi gerekmektedir. Bunu sağlayacak olan da bütüncül politikadır.
Türkiye Balkanlarda oyun kurucu olmak istiyorsa öncelikle bölge ülkelerindeki soydaş ve dindaş azınlıkların yanında çoğunluk grupları da etki altına alabilmeli, onlara yönelikte somut, rasyonel, reel politik hamleler geliştirebilmelidir. Bugün Balkanlarda Müslüman halklar arasında Arnavut diasporası daha geniş bir coğrafya ile nüfusa sahiptir. Hıristiyan nüfus içinde ise Sırplar ve Rumlar ön plana çıkmaktadır. Makedon ve Bulgar nüfusu da azımsamamak gerekmektedir. Çünkü bu iki toplumun kiliseleri Balkanlarda ortak hareket etmeye meyillidirler.
Türkiye Balkanlarda siyasi, askeri, ekonomik ve kültürel olarak Türk azınlıklar dışında çoğunluk Müslüman ve gayri Müslimleri de aynı oranda etkileyebilmelidir. Bugün ABD’nin Balkanlarda Arnavut nüfusun etkin olduğu Arnavutluk, Kosova ve Makedonya’daki etkisi oldukça büyüktür. Karadağ NATO üyesi olmuş, AB’ye de üye olmak üzeredir. Yunanistan ciddi oranda ABD ve İsrail etkisi altında olup, Bulgaristan ise AB’ye üye olarak eskisi kadar Rusya etkisi altında değildir. Bugün ABD’nin Bulgaristan ve Romanya’da önemli askeri faaliyetleri mevcuttur.
Ruslar Ortodoks kimliği ve Sırplar üzerinden ve yine bölgedeki reel politik etkisi ile Sırbistan, Makedonya ve bunlarla birlikte Balkanlarda başta Bosna Hersek ve Kosova’daki Sırp bölgelerini özerkleştirmeye amaçlamaktadır. AB ise Bulgaristan’ın üye olması sonrasında Balkanlarda genişlemesine durdurmayacağını başta Karadağ olmak üzere Batı Balkanlar’da genişleyemeye devam edeceğini beyan etmiştir.
Balkanlarda bu kadar çok oyun kurucu varken, Türkiye’nin Balkanlardaki politikalarını revize edip, bu oyun kurucuların hamlelerine de cevap vermesi gerekmektedir. İlk olarak Balkanlardaki azınlık toplumların yanı sıra çoğunluk halklarla da yeni işbirliği platformlarının geliştirilmesi önemli bir hamle olur. Bu noktada başta Arnavutlar olmak üzere bölgedeki gayri Müslimler ile de doğru iletişim kanalları kurulmalı, sivil inisiyatifler geliştirilmeli, bu toplumları doğrudan yönlendirebilecek siyasi, ekonomik ve sivil toplum kurum ile kuruluşlarıyla ittifaklar geliştirilmelidir.
Bölgeye yönelik kısa, orta ve uzun vadeli planlamalar belirlenmeli, bu planlamalar dâhilinde ülkelerin stratejik sektörlerine, kurumlarına, toplumsal ve siyasal gruplarına yatırımlar yapılmalı, işbirlikleri oluşturulmalıdır. Balkan ülkelerinde yapılacak özellikle ekonomik yatırımların o ülkelerin geleceğinde hayati öneme sahip olması ve o ülke ekonomisini domine etmesi açısından değere sahip olması şartı gözetilmelidir. Balkan ülkelerinde özellikle istihdam üretmeye dayalı olmayan ekonomik yatırımların, bu ülkelerin siyasetini yönlendirmemize katkı sağlamayacağı da unutulmamalıdır.
Türkiye’nin Balkanlarda yeni ekonomik bakış açısına da ihtiyacı olup, bu ülkelerdeki yatırımların ABD, AB ve Rusya gibi oyun kurucu ülkelerce yapılmasının yeni bir sömürü düzeni oluşturulmasından farksız olduğu idrak edilmelidir. Türkiye’nin bu ülkelerdeki azınlık grupların yanı sıra ülke siyasetlerini domine eden çoğunluğa da istihdam üretmesi gerekir. Ayrıca Türkiye ABD, AB ve Rusya’nın bu ülkelerin alt ve üst kaynaklarını kendi aralarında paylaşmasına da büyük oranda mani olmalıdır. Bu ülke zenginliklerinin bu ülke halkları arasında paylaşımı için aracı olmalıdır.
Vatikan, FETÖ, Rusya, Suudi Arabistan ve İran’ın bölgedeki dini gruplar üzerindeki misyonerlik çalışmalarına karşı bir tez üretilmeli, diyanet tarafından hem Türkiye’de hem de bölgede âlimler yetiştirilmelidir. Bölge Müslümanları bu gibi tehlikelere karşı daha çok bilinçlendirilmelidir.
Türkiye’nin bölge ülkelerine gönderdiği maddi ve manevi yardımların belirli bir “kaymak tabaka” tarafından sömürülmesine mani olunmalı, balık dağıtan değil; olta dağıtan, balık tutmayı öğreten ve tutulan balıkların dünya pazarına satılmasını öneren bir anlayış belirlenmeli ve hâkim olmalıdır.
Siyasi, akademik, ekonomik ve sivil toplum taraflarınca oluşan bir heyet meydana getirilmeli, bu heyetin önderliğinde “Balkanlardaki azınlık ve çoğunluk fark etmeksizin tüm toplumların ve devletlerin sorunları tespit edilmeli” devletimizin dış misyonları, kamu diplomasisi kuruluşları, sivil toplum ve ekonomik kurulların faaliyetleri bu sorunların çözümüne yönelik organize edilmelidir.
Balkan ülkelerinin tümünün AB ve NATO üyelikleri, Çin’in bölgede artan faaliyetleri, paramiliter grupların aksiyonları göz önünde bulundurularak Balkan siyasetinin geleceğine yönelik planlamalar yapılmalı, bu planlamalara göre kurumlarımız ile faaliyetleri şekillendirilmelidir.
Türkiye’nin Balkanlardaki büyükelçileri, dış misyonları ve kamu diplomasisi kurumları, sivil toplum kuruluşları ile diğer oluşumları Balkanlardaki mevcut gerçekler ile gelecek planları dâhilinde hareket etmelidir.
Daha önce söylediğimiz bazı tespitleri yeniden dile getirmekte de fayda olur. Türkiye’nin bütüncül politikayla Balkanlarda oyun kurucu olabilmesi için yukarıda ki tespitlerimizin yanı sıra kurumlarımız arasında ciddi bir koordinasyona da ihtiyaç vardır. Kurumlarımız koordinasyon içinde çalışmalı bu nedenle de faaliyetleri koordinasyon içinde yapılmalıdır. Ankara merkezli tüm kurumları organize edebilecek resmi ve sivil ayakları bulunan iki koordinatör kuruma ihtiyaç duyulmaktadır.
Balkanlarda faaliyet gösteren ve Türkiye lehtarı gruplar ile oluşumlar, Ankara ve Balkanlar merkezli olarak organize edilmeli; Bu gruplarda Balkan kökenli ve ya uzman insanlar görevlendirilmeli, Türkiye lehtarı başta siyasi oluşumlar, ekonomik kurullar, sivil toplum kuruluşları, basın ve yayın organları stratejik olarak desteklenmelidir.
Yukarıda saydıklarımız bütüncül politikanın en somut ve bazı örnek ile önerileridir. Türkiye’nin küresel bir güç olabilmesinin yolu, başta Orta Doğu ve Balkanlar olmak üzere Orta Asya, Kuzey Afrika, Hint Coğrafyası olmak üzere tüm coğrafyalarda oyun kurucu olmasından geçmektedir. Bunun da formülü; “Bütüncül Politikadır.”
Erdem EREN