...

Rusya'nın enerji silahı

Yorum Materials 2 Aralık 2015 10:59 (UTC +04:00)

Trend takip edin

Trend Haber Ajanası Türkiye Masası

İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölüm BaşkanıYrd.Doç.Dr. Tolga Demiryol Trend Haber Ajansı'na, Türkiye-Rusya krizinin iki ülke arasındaenerji ilişkilerine etkilerini değerlendirdi.

Tolga Demiryol
Uçak düşürme krizinin Türkiye-Rusya ilişkilerine verdiği hasarı onarmanın kolay olmayacağı artık belli oldu. Kremlin yürürlüğe koyduğu kapsamlı yaptırımlar paketiyle sorunu kısa vadede çözmeye pek de niyetli olmadığının sinyalini verdi. Rusya lideri Putin, Paris iklim zirvesi sırasında Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmeyi reddederek, Türk tarafının elini zorlamayı amaçladı. Taviz vermez duruştan geri atmanın her iki lider için hem dış hem de iç politikada önemli maliyetleri olacağını da vurgulamak gerek.
Henüz yaptırımların enerji sektörünü kapsayacağına dair kesin bir gösterge yok elimizde. Özellikle Türkiye kaynaklı analistlerin bir kısmı, Rusya'nın gaz akışını kesmek ya da Türk Akımı ve Akkuyu santralı projelerini iptal etmek gibi adımlar atmaktan imtina edeceğini, çünkü zaten kırılgan olan Rus ekonomisinin bu yaptırımlardan daha çok zarar göreceğini iddia ediyorlar. Buna karşılık Rusya tarafından muğlak mesajlar geliyor. Enerji silahını kullanmak için henüz erken olabilir ama Rus yetkililer silahın varlığını anımsatmaktan da kaçınmadığı da açık.
Kuşkusuz "karşılıklı bağımlılık" argümanında doğruluk payı var. Sıkça tekrar edildiği üzere, Türkiye Rusya'nın ikinci büyük gaz müşterisi konumunda. Bu ilişkiye zarar vermek gelirinin önemli bir kısmını enerji ihracatından elde eden Rusya için de ideal bir çözüm olmayacaktır. Ancak burada önemli olan bu bağımlılık ilişkisinden çıkış maliyetinin hangi taraf için daha yüksek olduğu, çünkü siyasi avantajı tayin eden unsur son kertede budur. Türkiye ve Rusya'nın orta ve uzun vadeli alternatifleri neler? Bu konuda ben avantajın Rusya'dan yana olduğunu düşünüyorum. Kuzey Akım II ve Çin ile yapılan doğal gaz anlaşmaları, Rusya'nın elini kuvvetlendiren unsurlar. Türkiye ise TANAP ve Kuzey Irak doğal gazının devreye alınması üzerine kurmuş görünüyor stratejisini ancak bunların BOTAŞ'ın tahminine göre yılda 80 milyar metreküpe ulaşacak olan doğal gaz ihtiyacını karşılamakta yeterli olup olmayacağını henüz kestiremiyoruz.
İçinde bulunduğumuz krizi sadece uçak düşürme hadisesinin bir sonucu olarak okumak ve arka planda yer alan bölgesel çıkar çatışmalarını göz ardı etmek yanıltıcı olacaktır. Ankara ve Moskova'yı birbirlerine yaklaştıran, 2003 yılında Irak'ın işgali sonrasında ABD'nin bölgede ve özellikle Kafkasya ve Karadeniz'de artan nüfuzuna karşı aldıkları ortak tavır olmuştu. Bu çıkar ortaklığı iki aktörün birbirlerine yönelik olumsuz tehdit algılarından sıyrılmalarını sağlamış ve enerji ve diğer alanlardaki stratejik ortaklığı mümkün kılmıştı. Söz konusu bölgesel güç dengeleri günümüzde bütünüyle değişti. Dikkatini Doğu Asya'ya çeviren ABD büyük ölçüde bölgeden çekildi. Arap ayaklanmalarının ve Suriye çatışmasının başından beri Türkiye ve Rusya'nın bölgesel güvenlik çıkarları ve bölgenin geleceğine dair beklentileri arasında giderek açılan bir uçurum söz konusu. Yakın döneme kadar ekonomik çıkarların baskılamasıyla açık bir siyasi çatışmaya dönüşmeyen bu çıkar farklılıkları, Suriye'de artık iyice belirginleşti.
Buna ek olarak Türkiye ve Rusya'nın enerjide işbirliği yapmakla birlikte bu alanda birbirlerine aynı zamanda rakip olduklarını da vurgulamak gerek. Bu rekabet alanlarından en önemlisi şu anda Doğu Akdeniz havzası. Rusya, İsrail, Kıbrıs ve Mısır açıklarındaki doğal gaz rezervlerinin dünya pazarlarına ulaştırılmasında aktif rol oynamayı amaçlıyor ki bu da Türkiye'nin bölgedeki etki sahasına müdahale anlamına geliyor. Hatta Türkiye'nin bir süredir pesinde koştuğu bölgesel enerji terminali ve/veya hub'i olma amacının de Rusya'nın bölgedeki tüm enerji nakil hatlarını kontrol etme stratejisiyle ne kadar uyumlu olacağı tartışmalı.
Uçak düşürme krizinin yarattığı siyasi çalkantının enerji alanına sıçraması hala mümkün. Ancak bundan daha önemli olan, krizin yarattığı hasarı minimize etmek ve ilişkileri yeniden normalleştirmek için gerekli olan siyasi zeminin 2011 sonrasında önemli zarar görmüş olmasıdır. 2000'li yılların "stratejik ortaklık" söyleminin yerini Türk-Rus ilişkilerinin geleneksel tehdit algısına bırakma olasılığını göz ardı etmemek gerek.

Son Haberler

Son Haberler