...

Biden’ın asıl planı ne?

ABD Materials 26 Nisan 2021 09:27 (UTC +04:00)

Trend takip edin

Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Ronald Reagan tarafından 22 Nisan 1981 günü söylenen “Ermeni soykırımı” yalanı, tam 40 yıl sonra bir başka ABD Başkanı Joe Biden tarafından tekrar edildi. Aynı yalan 2019 yılında da Amerikan Kongresi ve onun üst kanadı Senato tarafından kabul edilmişti.

Yalnız Amerika mı? Rusya, gerçekten soykırım suçu işlemiş olan Almanya, Fransa, İtalya, İspanya, Belçika’nın dahil olduğu Avrupa Parlamentosu da 2015’te 100’üncü yıl nedeniyle kabul ettiği bir tasarıyla soykırım yalanına ortak oldu.

Ettiler de sonuç ne?

Kocaman bir “HİÇ”.

Aynı yalanı hep bir ağızdan söyleyince gerçeğe dönüşmüyor.

Hiçbir tarihi bilgiye, belgeye, gerçeğe uymayan bu yalanı tekrar tekrar söylemek, sözde “Batı medeniyetini” temize çıkarmadığı gibi, soykırımcı emperyalist vahşi yüzünü kapatmaya yetmiyor.

BIDEN’IN HEDEFİ ERDOĞAN

Daha önceki ABD başkanlarından bazıları da seçim süreçlerinde içerideki Ermeni lobilerine sözde soykırım iddialarını tanıyacağı sözü vermişti.

Hemen hepsi, “büyük acı”, “büyük felaket” diyerek durumu idare ettiler. Bir yandan Ermeni lobilerini idare ederken diğer yandan sözde soykırım iddiasını Türkiye’ye karşı her yıl bir koz olarak kullandılar.

Soru şu, “Ne oldu da Biden, bu kozu kullanmayı bırakıp soykırım yalanını söyledi?”

Cevabını, 2019 yılı Aralık ayında New York Times editörleri ile yaptığı sohbette Türkiye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ilgili şu sözlerinde bulacaksınız:

“Şu an ona (Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a) çok farklı bir yaklaşım uygulamalıyız. Muhalif liderleri desteklediğimizi, bir yol haritamız olduğunu açıkça göstermemiz lazım. Düşündüğümüz şeyle ilgili sesimizi yükseltmemiz lazım, bedel ödemeli.

Yani çok endişeliyim. Ama bence daha önce benim yaptığım gibi onlarla doğrudan temasa geçip Erdoğan’ı yenecek duruma gelmeleri için hâlâ var olan Türk liderliği unsurlarından daha fazla verim almalı ve onları güçlendirmeliyiz. Darbe ile değil, seçim süreci ile. Dışarı atıldı. İstanbul’da dışarı atıldı, partisi dışarı atıldı.

Peki, biz ne yapıyoruz? Burada oturup boyun eğiyoruz.

Yapacağım en son şey, ona Kürtler konusunda boyun eğmek olurdu. Kesinlikle en son şey. Ve onlarla Kürtlerle ilgili olarak birkaç görüşmem oldu. O dönem henüz üzerlerine gitmiyorlardı.

Yani şunu göstermemiz lazım. Türkiye, Rusya’ya bağımlı olmayı istemek zorunda değil. Yani çok endişeliyim. Hava üslerimiz ve onlara erişimimize dair de çok endişeliyim. Bence bölgedeki müttefiklerimizle bir araya gelerek, onun bölgedeki faaliyetlerini nasıl izole edeceğimizle ilgilenmek bizim için son derece fazla iş olacak.

Özellikle Doğu Akdeniz’de petrolle ilgili faaliyetleri ve görüşülmesi uzun sürecek olan çok sayıda başka şey. Ama cevabım. ‘Evet, endişeliyim’.”

AMACI DARBE İLE YAPAMADIĞINI TAMAMLAMAK

Biden, hedefinin Erdoğan’ı devirmek, ona bedel ödetmek olduğunu gizlemedi, gizlemiyor. Bu sözlerle ilgili o tarihte yaptığım yorum, “Biden darbe ile yapamadığını tamamlamaya geliyor” şeklindeydi. Hâlâ da aynı görüşteyim. Ama bu kez dediği gibi, darbe ile değil seçim süreciyle; kullanılacağı alet de “muhalefet”.

Biden 15 Temmuz darbe girişimi sırasında ABD Başkan Yardımcısı’ydı ve Erdoğan’ı devirmek için kullandıkları TSK içinde FETÖ unsurları başarısız oldu.

O yüzden “Bedel ödemeli” derken bu kez “darbe değil, seçim süreciyle” vurgusu yapıyordu.

Biden yönetiminin geldiği günden beri yaptıklarına bakın, adım adım bu stratejiyi uyguladığını görürsünüz.

Aslında, Obama döneminde Savuma Bakanlığı Pentagon, ABD Dışişleri Bakanlığı, istihbarat kuruluşları tarafından 15 Temmuz darbe girişiminin hemen ardından 2016’da oluşturulan, Amerikan medyasının da içinde olduğu bu strateji, bir önceki Başkan Trump’ın bazı engellemelerine rağmen düşük profille de olsa yaklaşık 5 yıldır uygulanıyor.

Biden’ın adaylık sürecinde New York Times editörleriyle görüşmesindeki sözleri de aslında, bu stratejiden dağınık aklında kalanlardan başka bir şey değil.

Eksik bilgiye dayalı yanlış ifadeleri, dağınık aklını gösteriyor zaten. Bu Biden’ı da aşan bir politika, iddia edildiği gibi sağlık nedeniyle görevi yardımcısına bıraksa da uygulamaya devam edilecek. Sebebi ise başta Suriye olmak üzere temeli 2013 yılına dayanan görüş ayrılıkları. Türkiye, bölgede ABD’nin terör devleti oluşturma çabası dahil tüm planlarını bozuyor. Türkiye’nin politikasıyla 2016’dan itibaren ABD’nin Ortadoğu’daki tüm stratejisi çöktü. Bir türlü istedikleri tavizleri de alamıyorlar. Tek yol kalıyor: Mevcut yönetimi değiştirmek.

‘SÖZDE MÜTTEFİK’ DİYEREK İŞE BAŞLADI

Nitekim Biden yönetiminin işe başlar başlamaz, Türkiye için “sözde müttefik” ifadesini kullanması, terör örgütü PKK/YPG’ye desteğini artırması, onu siyasallaştıracak adımları atması, Doğu Akdeniz’de hak arama mücadelesinde karşısına çıkması, yeni üsler kurarak Yunanistan’ı kışkırtması, Rusya’dan S-400 alımına karşı çıkması ve hasım görüp yaptırımlar uygulaması, ortak olduğu F-35 projesinden çıkarması, diğer NATO üyesi ülke liderlerinden farklı olarak başkan seçildikten ancak 100 gün sonra tam da 23 Nisan’ı 24 Nisan’a bağlayan akşam telefonla araması ve son olarak sözde soykırım yalanını söylemesi bu “kontrollü gerginlik” stratejinin parçası.

Biden tam da dediğini yapıyor aslında, git gide yükselteceği gerginlikle Türkiye içinde kutuplaşmayı ve çatışmayı artırmayı amaçlıyor. Umudu, destekleyeceğini söylediği muhalefette. O yüzden birileri S-400 alımına hemen karşı çıkıyorlar, Libya tezkeresine hayır oyu veriyor, Türkiye’nin dış politikada haklılığından değil yalnızlaştığından söz edip sürekli hatalı olanın sadece Türkiye olduğunu söyleyip duruyorlar. Amerika’nın ve Avrupa’nın duymaktan hoşlanacağı şeyler söylüyorlar.

BU YALANA ORTAK OLANLAR UNUTULMAYACAK

Amerika’nın bu stratejisi yeni değil; 1960’ların başından uyuşturucuya savaş açtığında Türkiye’de çiftçinin önemli bir geçim kaynağı olan haşhaş ekiminin yasaklamasını istiyordu. Sivil hükümetler buna yanaşmadı, ABD bu amacına 12 Mart 1971 askeri muhtırası ile ulaştı. Askerler tarafından Başbakan olarak atanan Nihat Erim yönetiminin aldığı kararla haşhaş ekimi yasaklandı. Ancak 1973 seçimlerinden sonra Başbakan Bülent Ecevit bu yasağı kaldırdı. Amerika buna sessiz kalmadı, yardımların kesilmesi ardından 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasındaki ambargo ile baskıyı iyice artırdı. Türkiye ambargoya karşılık 26 Temmuz 1975’te Amerikan personelini askeri üslerden çıkardı. Baskı siyaseti öylesine gerildi ki, bir yanda uzayan kuyruklarla sembolleşen ekonomik sıkıntılar, diğer yandan “anarşi” denilen sokak çatışmaları 6 bin genci hayattan kopardı. Sonu 12 Eylül 1980 askeri darbesi oldu. Darbecilerin ilk yaptığı da üsleri Amerikalılara yeniden açmak oldu.

İşte Biden yönetiminin hedefi de bu, baskılarla Türkiye içinde siyasi ve toplumsal çatışmayı olabildiğince artırmak. “Erdoğan bedel ödemeli ama bu kez darbe değil, muhalefetle” derken kastettiği tam da bu. Kendisine biat eden, istediğini yapan bir yönetim istiyor aslında.

Dolayısıyla soykırım yalanından sonra ABD yönetiminden baskıyı artırmak için doğrudan ya da dolaylı biçimde özellikle ekonomiye hedef alan saldırılar beklenmeli.

Ama artık o günlerin Türkiye’si yok. 15 Temmuz’a canıyla direnmiş bir millet var. Darbeyi 251 şehit ve binlerce gaziyle savuşturan Türk milleti, ABD’nin bu planını da dayanışmasıyla bozacaktır.

Bugünler de geçecek, geriye Türkiye’nin haklılığı, sözde soykırım yalanına destek olan terörist destekçisi HDP’nin ve işbirlikçilerinin yazıp söyledikleri kalacaktır.

Hürriyet

Etiketler:
Son Haberler

Son Haberler