...

İşte Hükümetin 3 ay ve 6 aylık eylem planı

Politika Materials 10 Kasım 2015 16:02 (UTC +04:00)
İşte Hükümetin 3 ay ve 6 aylık eylem planı
İşte Hükümetin 3 ay ve 6 aylık eylem planı

Trend takip edin

1 Kasım seçimlerinden tek başına iktidar olarak çıkan Başbakan Ahmet Davutoğlu TRT'nin konuğu oldu. TRT Haber ve Spor Yayınları Dairesi Başkanı Nasuhi Güngör'ün sorularını cevaplandıran Başbakan Davutoğlu, hükümetin ilk 3 ay ve ilk 6 ay izleyeceği yol haritasını açıkladı.

Başbakan Ahmet Davutoğlu 1 Kasım Milletvekili Genel Seçimleri'nin ardından TRT ortak yayınında TRT Haber ve Spor Yayınları Dairesi Başkanı Nasuhi Güngör'ün konuğu oldu.

10 Kasım törenlerinden çıkarak TRT ekranlarına konuk olan Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun Nasuhi Güngör'ün sorularına verdiği cevaplar şöyle:

10 Kasım

Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün vefatının 77. yıl dönümü. Büyük liderler tarihin akışı içerisinde, tarihe yön verme gücü gösteren liderlerdir. 3 hususu dikkatlere getirmek istiyorum. İstiklal mücadelesi daha başlamadan, işgal donanmaları geldiği zaman, der ki "geldikleri gibi giderler". Buradaki özgüven duygusu çok önemli. Biz de aynı özgüvenle davranacağız, Türkiye'yi kimseye muhtaç etmeyeceğiz. İkinci husus, Amasya tamimi. Milletin istiklalini, milletin azmi ve kararı kurtaracaktır. 1 Kasım seçimleri de milletin azmi ve kararlılığını gösterdi. Üçüncüsü de, İstiklal harbimiz. Sadece Anadolu'daki milletin mücadelesi değildi, dünyanın her yerinden... Biliyorlardı ki, Türkiye'nin istiklali onların da istiklalinin önünü açacak.

Tebrik telefonları aldık. Türkiye'nin gücünü kendi gücü gören o kadar geniş kitleler var ki. Bir kez daha, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere bütün şehitlerimizi minnet ve saygıyla anıyoruz.

7 Haziran'dan 1 Kasım'a ne değişti?

7 Haziran'dan itibaren, söz verdiğimiz her şeyi yapma gayreti gösterdik. O akşam yine gazetecilerle yaptığımız sohbette söyledim, Anadolu'yu gezdim ve sessiz bir dalganın gelmekte olduğunu hissettim, bu bize büyük bir güç katacak.

7 Haziran'dan sonra ne değişti önemli bir soru. 7 Haziran 1 Kasım arasındaki döneminde 5 kritik kavşak vardı. Birincisi, 7 Haziran akşamı. Aslında biz 1 Kasım seçimini 7 Haziran akşamı kazandık. Konya'da seçim neticesini alıp yola çıktığımda, karamsarlık havası hakimdi. O gün "balkon konuşması yapmasanız" denildi. O gece yaptığım konuşmada, başınız öne eğilmeyecek. Millete, "mesajınızı aldık, gereğini yapacağız" dedik. Bu birinci kritik eşikti. İkincisi, Meclis başkanlığı seçimiydi. Meşruiyetten hiç ayrılmadık. Kapalı kapılar ardında oyuna tevessül etmedik. O günden bugüne anayasal meşruiyet sınırları dışına çıkmadık. Üç, 7 Haziran seçimlerinde millet bize "kendinize çeki düzen verin" demişti. Kongreye gittik. Kongrede eğer biz, partimizin birliğini koruyamamış olsaydık, istemediğimiz sonuçlarla karşılaşabilirdik. Parti içinde de istişarelere devam ettik. Bir başka kritik eşikte, 20 Temmuz'da Suruç saldırısı. Suruç saldırısında eğer terörle mücadeleyi başlatmamış olsaydık, Türkiye'yi tam bir kaosa sürükleyebilirlerdi. Şu ana kadar da terörle mücadelede mükemmel bir performans sergiledik. Beşinci önemli eşikte, terörle mücadele ve Ankara saldırısıydı. Toplumu kucaklayacak şekilde yönetmemiş olsaydık, kutuplaştırıcı bir atmosfer içinde seçime gitmek çok zor olurdu. Yasımızı tuttuk ama seçimlere yasın yansımasına izin vermedik.

1 Kasım sonucu, ilkesinden sapmayan, terörle mücadele kararını kararlılıkla uygulayan ama sivil vatandaşlara yansıtılmasına izin vermeyen ilkeli ve ahlaklı bir tutumun sonucudur.

Halk, samimi olduğumuza inandı. Ülke yönetimindeki etkin ehliyetimizi bir kez daha gördü. Üçüncüsüde vizyonumuza inanç oldu.

Deniliyor ki, AK Parti terör atmosferi üzerinden korku siyaseti yürütüyor. Korku siyaseti mi izlediniz?

Korku siyaseti birileri ülkede egemen kılmak istemişse, DAİŞ gibi piyonları kullananlar. Ceylanpınar saldırısıyla korku siyasetini ülkeye egemen kılmak isteyen PKK'dır. Ve bunlarla ilişkili olanlardır. 7 Haziran'dan bu yana hiçbir konuşmamda, ürkütücü bir dil kullandığımı bir cümle getirsinler bunu tartışırım. 20 Temmuz, hatta 8 Haziran akşamı, "artık silahlanma vakti, artık eylemsizlik bitecek..." 15 Temmuz'da yaptığımız görüşmede, o anlarda Kandil'den çağrı geldi. 21 Temmuz'da sivil vatandaşlara saldırıldı. 2 polisimiz evinde şehit edildi, uyurken. Ben başbakanım. Benim önüme bir dosya gelecek, 2 polis uyurken şehit edilecek. Bu mesaj, "artık bu bölgede polisler dahi kendini koruyamaz. Kamu görevlisini öldürürüz." Bunu yapanlar korku siyaseti üretmemiş olacaklar, onlara karşı mücadele eden devlet mi korku siyaseti yürütecek. Geçici bir hükümetiz, seçim ihtimali söz konusu ama her halükarda kapsamlı bir terörle mücadele etme kararı aldık. O dönemden bu döneme, Doğu'da oylarımız niye arttı? Çünkü Doğu'da korku siyasetini egemen kılan bir anlayışa karşı biz mücadele ettik. Seçim güvenliği bağlamında ek tedbirler aldık.

"Korku siyaseti yok, siyaset korkusu var"

1 Kasım'da herkes huzurla sandığa gitti. 1950'den bu yana en barışçıl seçim gerçekleşti. Korku siyaseti olmuş olsa, olay olmaz mıydı? Bütün partiler istedikleri söylemi kullanabildiler. Biz sükunetle ülkeyi seçime götürdük, açık ve net bir zafer kazandık. Nasıl 7 Haziran'da oturup, samimi bir muhasebe yaptık. Gece yarılarına kadar herkesi dinledim, hala dinliyorum. Daha çok şey yapacağız. Özeleştiriyi de yaptık. Korku siyaseti olduğunu iddia edenlerin "niye biz bu seçimi kaybettik" diye özeleştiri yapması lazım. Benim tavsiyem, HDP, CHP, MHP'ye tavsiyem, otursunlar başlarını iki ellerinin arasına alsınlar -ben yaptım bunu- "biz nerede hata yaptık" diye düşünsünler. Onlar siyaset yapmaktan korktular. Korkmasalardı bizimle hükümet kurarlardı. Hükümete bakan verirlerdi. Türkiye'de korku siyaseti yok, siyaset korkusu var bunlarda.

Seçim zaferi kazanmışsanız, uykularınız kaçması gereken an o andır. Sorumluluğu hissediyorsunuz. Daha fazla gayret sarfetmemiz gereken bir dönemdeyiz.

Seçimlerin adil ve şeffaf olmadığına dair bir algı var. Medyayı suçlayan söyleyen bir yaklaşım var...

Yüzlerce gözlemci geldi. Hiçbirinin raporunda seçimlerin adil olmadığı şeklinde bir rapor yok. Ankara saldırısı sonrasında birkaç gün yas tuttuk. Sonra meydanlara çıktım. Kampanya yürüten Paralel Yapı adamlarından bir tanesi, "Davutoğlu'nun mitinglerinde saldırı yapılacak" yazdı. Kayseri mitinginden önce. Herkes kenara çekildi. "Ben de çıkmayayım" diyebilirdim. Şimdi tehdit edilen kim, biziz, AK Partili seçmen. Fuat Avni denen hesabı açıp baksınlar.

"Gazetelerin değil, halkın nasıl gördüğü önemli"

Biz meydanlara çıktık, diğer parti liderleri oturmayı tercih ettiler. Üzerlerinde baskı mı vardı? Röportaja engel mi olundu? Türkiye'de en çok satan 5 gazeteden 4'ü hükümete karşı kampanya yürüttü. Biz şikayet ettik mi? İsteyen eleştirir. Nihai olarak baktığımız yer onlar değil ki, halk. Halkın nasıl gördüğü önemli. Halk bizim demeçlerimize baktı, Kılıçdaroğlu, Demirtaş ve Bahçeli'ye baktı ve seçimde bulundu.

Türkiye'de sistemi bilenler, seçimlerin yapılmasından biz sorumlu değiliz. YSK, bütün partilere eşit mesafededir. YSK'dır kararı veren. Seçimler üzerinden kimse spekülasyon yapmasın.

Neler yapacaksınız, ilk planda neler var?

Daha onurlu bir hayat... Bizim vazifemiz bunu sağlamak. Her dönemde, kendime bir ev ödevi listesi çıkartırım. Mesela, genel başkan seçildiğimde, kendime 3 görev tanımladım. Bir, partinin birliğini beraberliğini koruyacağız. İki, Türkiye'deki bütün projeleri aksamadan yürüteceğiz. Üç, ülkeyi seçime götürürken, iç barışı temin edecek her türlü tedbir alınacak. O gün akşamda, yine üç görevi tanımlamıştım. Bir, partimizin oy düşüşü varsa, tazelenmeye ihtiyacı var. Beş ayda bunu yapmaya çalıştım. İki, ülke hükümetsiz bırakmayacağız demiştik. Üç, terörle mücadele de dahil olmak üzere, bir taraftan mücadeleyi yapacağız, bir taraftan da seçim yapacağız.

Türkiye son yıllarda çok yoruldu, bütün gerilim alanlarını azaltmak, Türkiye'de sevgi tohumları ekmek derken, bunu sadece sevdiğim bir söz olarak söylemedim, hangi siyasi görüşten olursa olsun, onları bir araya getirmek. Son dönemde, sanki farklı kaderlerimiz varmış gibi ayrışma içine girenler oldu. Hepimizin sükunetle düşünmesi lazım. Gezi olayları bize ne öğretti. Gezi olayları şunu öğretti, gösteri ve fikir özgürlüğü kapsamındaki "hak ve özgürlükler kutsaldır". Ama bunları kamu düzeni içerisinde yapmak lazım. 17-25 Aralık operasyonları, "sivil toplum önemlidir" bunu gösterdi. Çizgiler çok açık. "Sivil toplum esastır" ama devlete hesap vermeden devlete hükmetmeye kalkmayacak. Kobani olayları ne gösterdi? "Bütün tartışmaları yapmak esastır" ama terörle mücadele bağlamında müsamaha gösterilemez. Hedefim, her kesimle konuşarak, önce bu tansiyonu düşüreceğiz. Ne tartışırsak tartışalım, medeni bir şekilde ortak kadere inanarak tartışmamız lazım.

"Hepsi 3 ay içerisinde yapılacak"

İkinci ödevim, vatandaşlarımızın dile getirdikleri. Bütün beyannamede söylediğimiz hususları yerine getirmek. Önümüzdeki 3 ay içerisinde benim ağzımdan çıkan her şey yerine getirilecek. 3 ay içinde kanuni düzenleme gerektirmeyen bütün vaatler yerine getirilecek. Asgari ücret, öğrenci bursları, polis ve askerlere verdiğimiz tahaahütler, esnafımıza, gençlerimize... Hepsi yasal düzenleme gerektirmiyorsa, 3 ay içerisinde yapılacak. Yarın hem iş dünyamızı, hem de işveren ve iş kesimlerini bir araya getiren akşam sohbeti yapacağım. Hepsini de dinleyeceğim. Hükümet programını onları dinleyerek yapacağız.

"Reformları ilk 6 ayda tamamlayacağız"

Üçüncüsü ise, uzun dönemli. Büyük bir yapısal reform süreci başlatmak. Dünya şartları değişirken, reform her günün ihtiyacıdır. 5 sene önceki yasa bazen eskiyebiliyor. Hem siyasal hem ekonomik reformlar. İlk 6 ayda tamamlayacağız. Yargı reformu başta olmak üzere. Özgürleştirici ve sosyal hayatı düzenleyeci reformlar yapacağız. Hükümet programımızla birlikte bir karne gibi halka açıklayacağız.

İlan ettiğimiz bütün projelerin takvimlendirmesini yapacağız. Hepsi sistematik içinde takip edilecek. Millet bize ödev verdi.

Bu bir uzlaşma çağrısı mıdır? Tansiyonu düşürmekten kasıt nedir?

Herkesin eşit vatandaş olduğu rahatlığı içerisinde davranmasını sağlamak. Yeni Türkiye Sözleşmesi'nde bunları 100 maddede özetlemiştim. Çok dalgalı bir dünyada yaşıyoruz. Bir çok ülkede yıkıcı etkiler yaptığını görüyoruz. Ülkeyi terk etmeyi düşünüyorum diyenlerin olduğunu söylediniz, onlarla konuşmak istiyorum. Türkiye, milyonlarca insanın sığınak olarak gördüğü bir ülke. Türkiye demek ki huzur ve güvenlik veren bir ülke. Herhangi bir şikayeti olan varsa, buna da bakarız. Taviz vermeyeceğimiz hususlar, insan hak ve özgürlükleri, siyaset anlamında hesap verebilirlik anlamında sadece onların hesap verdiği bir düzenin olması. Hiçbir önyargımız yok. Siyasilere dikkat ediniz, 7 Haziran'dan sonra deklarasyon çağrısı yaptım cevap alamadım, Ankara saldırısından sonra da yaptım yine cevap alamadım. Yeni anayasa da dahil olmak üzere her konuyu rahat bir ortamda konuşabiliriz.

Hala hatırlarım, 12 Eylül anayasası 1982'de oylamaya sunulduğunda özellikle gittim, hayır oyu verdim. İnce şeffaf bir zarfta, koyu renkte hayır. O zaman hayır dediğim anayasa hala yürürlükte. Eminim CHP, MHP, HDP genel başkanları da 12 Eylül anayasasını sindirmiş değillerdir. O anayasanın getirdiği ortamda, Kürt vatandaşlarımızın temel hakları gözardı edilmişti. Niye konuşamıyoruz? Hükümeti kurduktan sonra olumlu cevap alırsam, yeni anayasa da dahil olmak üzere bütün konuları konuşabilmek için muhalefet liderleriyle görüşmek istiyorum.

Şu an ki meclis temsil kabiliyeti en yüksek meclistir. Gelin bu temsil kabiliyetiyle yeni bir ufuk açalım ülkeye. Kastettiğim şey, ülkenin geleceğini birlikte konuşabileceğimiz, sakin bir ortamı sağlamak. Hala "vesayet çabasıyla bürokrasi üzerinden, siyasileri kıskaca alır mıyız" diyenleri de görüyoruz.

Hiç kimsenin siyaset kurumunun sorumluluğunda olan alana girmesine izin vermeyeceğiz. Hiçbir paralel yapı, ister KCK olsun, ister paralel devlet yapısı şeklinde olsun. Hepsine karşı siyaset kurumunu koruyacağız. 12 Eylül'de o günün siyasi liderler net tavır olsaydı onlar yaşanmazdı.

Bir kumpas şeklinde, Türk siyasi hayatını yönetmeye kalkacak bir yapı, hangisi olursa olsun, biz bunlara karşı omuz omuzayız deme cesaretini göstermeliyiz. Önümüzdeki dönem için en fazla üzerinde durmayı düşündüğüm kurum, yargı kurumunun bütün siyasi tartışmaların dışına çıkması.

Başkanlık Sistemi'ndeki tartışmalar ne durumda?

94 yılında yayınlanan İngilizce bir kitabım vardı, Medeniyet Dönüşümü. Mekanizma değişebilir, önemli olan değerlerdir, değerler mekanizmayla güçlenir ama değeri olmayan mekanizma zayıflar şeklinde ele almıştım. Her ikisinin de özgürlükçü ve otoriter örnekleri vardır. Önemli olan siyasi felsefedir. Üzerindeki ittifak edeceğimiz husus şu olmalı, özgürlükçü, vesayete karşı bir anayasa olmalı. Bu çerçeve kimsenin karşı çıkmayacağı bir felsefe. Önce bunun içini dolduralım. Sonra siyasal sistemi tekrar konuşalım. Salt anayasayı başkanlık sistemi olarak göstermek sakıncalıdır. Siyasal sistemin en ağır yükünü taşıyan biri olarak söylüyorum. 12 Eylül bir darbe anayasası olması itibariyle, şunu demiştir, bu seçilenler var ya her an hata yapabilir, onları denetlemeliyiz. Nasıl denetlenecek? Cumhurbaşkanlığı makamına askeri güçlerden biri gelmeli, seçilen başbakan her an kendini denetim altında hissetmeli. Son derece kargaşa doğmuş. Bu anayasal sistem içerisinde, bazı kurumlar oluşturulmuş. Hep Evren gibi bir cumhurbaşkanı düşünüldüğünde, bu sistemin bir mantığı var. Sonra Özal, Demirel, Sezer, Gül geldiğinde. Her aşamada bazı sıkıntılar, net tercihini ortaya koyamayan bir anayasa var. Parlamenter sistem diyoruz ama 2007'de e-muhtıra verilemezdi. Ortada sağlıklı işleyen bir sistem varda, yerine başkanlık sistemi ikame ediliyor değil. Şahsi hesap yapmam. Mesele, Sayın Cumhurbaşkanımızın yetkisinin arttırılması gibi tartışılmamalı. Cumhurbaşkanı ve başbakanı makamı arasında, her an problem çıkarmaya ayarlı bir sistem var. Tabloyu ortaya koyarız.

Meselenin cumhurbaşkanlığı makamının gücünü arttırmak olarak görülmemesi, sükunetle tartışılması lazım. Devletin ve demokrasinin restore edilmeye ihtiyacı var. Yeni anayasa ufkumuzu açar. Nasıl bir anayasa öngöreceğiz? Devlet yerine insan diyen anayasayı nasıl öne çıkaracağız? Bunları konuşalım, bunlarda anlaşalım. Sonrada uygun siyasi mekanizmayı birlikte geliştirelim.

Hatırlarsınız, 258 milletvekilimiz vardı. O günlerde bazı şeyler söylendi. Çıktım, "biz bu tür pazarlıkların partisi değiliz" dedim. Eğer samimiyetle davranmamış olsaydık, bugün 317 milletvekilimiz olmazdı. Referanduma gidecek bir anayasa için de sayımız yetmiyor. O zaman mutlaka bir uzlaşıyla olacak.

Elli sene önce yanlış atılan adımların, Türkiye'nin önünü nasıl tıkadığını biliyoruz. 50 sene sonrada yaşayabilecek bir anayasayı birlikte yazalım. O anayasada ister başkanlık sistemi, ister parlamenter sistem, birlikte bir şey oluşturursak doğru yere gideriz. İnşallah önümüzdeki aylarda hep beraber bunları tartışacak zemini sağlarız.

Çözüm süreci

1 Kasım'da seçim yaptık, 3 Kasım'da yaptığım ilk resmi toplantı güvenlikle ilgiliydi. Orada bana verilen bilgileri, kamuoyuyla paylaşılmasını istedim. Hangi zor şartlarda askerlerimiz kahramanca görev yürütüyor, görüldü. Operasyonları başlatma kararı aldığımızda, "bu ülkenin dağları teröristlerden temizlenecek" dedim. Sesimi yükselttiğim nadir görülür. Ama ülkem tehdit altındaysa, en kararlı tutumu takınırım. Demirtaş'a 15 Temmuz'da "ateşle oynuyorsunuz" demiştim. Bize DAİŞ, PKK savaş ilan etmişse, onların dağlardan şehirlerden temizlenene kadar mücadele sürer. "Hükümet esneklik gösterir, eski düzen devam eder..." yok arkadaş... Siyasal alanda nasıl kuşatıcı bir dil kullanacaksak kullanacağız ama terörle mücadele anlamında da kararlı bir yol takip edeceğiz. Doğu da Trakya'da bun konuda halk destek veriyor. Kararsızlık bizde yok. Çözüm süreci iradesi ise var. Demokratikleşme ve özgürleşme üzerinden bu ülkenin vatandaşlarının bütün sorunlarını konuşmaya hazırız. 2013 Mayıs'ında verilen söz yerine getirilirse, silahlar bırakılırsa tamam... Hiçbir vatandaşımızın haklarının ihlal edilmesine izin vermeyiz.

Mesajlar ne kadar yerini buldu? Temaslar devam edecek mi?

Hükümeti kurduktan sonra kanaat önderleriyle yoğun toplantılarla görüşmeleri sürdüreceğiz. Bu kez muhattabımız, bir yapı bir siyasi parti değil bütün vatandaşlarımız. Terörle mücadele kararlılığımız sürerken, Türkiye'de etnik temelli bir sorun varsa, tartışma kanallarını açık tutacağız. Şu an ki TBMM tablosu, iyi niyetli herkese imkanlar sunuyor. Herkes orada.

Terör örgütüne "sırtımı dayıyorum" derse birisi, ona kapımız kapalı. Güvenlik birimlerimize verdiğimiz talimat nettir. Başbakan olarak bütün sorumluluğu alarak. Vatandaşlar üzerinde baskı yapan kim varsa, bunlarla ilgili her tedbir alınacak.

7 Haziran'dan ve 1 Kasım'dan önce Van'a gittim. 7 Haziran'dan önce gittiğimde, ciddi bir baskı atmosferinin yaşandığını hissediyorsunuz. İnsanlar el sallamaya çekiniyordu. 1 Kasım'dan önce gittiğimizde, kimsenin üzerinde korku yoktu. Terörün sürdüğü ortamda bazı konuları konuşmak imkansız hale geliyor.

DAİŞ ile ilgili, Türkiye'yi suçlayanlar hala suçlamalarını sürdürüyorlar...

DAİŞ, Suruç'ta ve Ankara'daki saldırıdaki rolü itibariyle, vatandaşlarımızı katleden bir örgüttür. DAİŞ ile ilgili yürüttüğümüz mücadeledeki kararlılığımız PKK ile yürüttüğümüz mücadeledeki kararlılığımızla aynıdır.

Türkiye üzerine kara leke çalmak isteyenler oldu. Türkiye hiçbir zaman hiçbir terör örgütüne müsamaha göstermedi. Suriye sorunu ise, sadece DAİŞ sorunu değil. Suriye sorunu çözülmeden, DAİŞ'i tasfiye etseniz bile başka bir terör örgütü ortaya çıkabilir.

Suriye'yi terk eden mültecilerin büyük kısmı Suriye rejiminden kaçarak terk etti. Suriye halkına zulmedenler hesaba çekilmedikçe, Suriye halkının "barış geldi" sözüne inanması mümkün değil. Türkiye'yi tehdit eden bir şey varsa, hepsine aynı muamelede bulunuyoruz. Suriye içinde çözüm için çaba göstermek bağlamında da, entegre bir strateji varsa, BM ve bütün ülkeler bir rol almışsa, biz de o rolü alırız. Herkesin elini taşın altına koyduğu bir durumdan söz ediyoruz. Suriye bağlamında kritik bir eşiğe geldik. Sayın Obama aradığında, Suriye konusunda görüştük. Türkiye için Suriye sorunun çözümü bağlamında, çok daha entegre yeni bir stratejiye ihtiyaç var.

PKK şöyle düşündü, "artık Türkiye'ye saldırının zamanı geldi, Türkiye yalnızlaştı, tek parti iktidarını kaybetti." Bizi DAİŞ'le birlikte gösterme çabası içinde gösterdiler. Aynı anda hem DAİŞ'i hem PKK'yı vurarak, "ikisi de terör örgütüdür" dedik. O günden bugüne YPG meşruiyet mi kazandı? Bütün müttefiklere her zaman söylüyoruz, "Türkiye'yi tehdit eden kim olursa olsun bizim için hasımdır." Bu yapılar silahları bırakmış olsaydı, o zaman tablo farklı olurdu. YPG artık bizim için PKK'nın uzantısıdır. Bu anlamda da tedbir alınması gerekiyorsa alırız. "YPG'ye verilen silahlar PKK'ya geçmeyecek" diye bir kaide yok. İnsanların geçtiği koridordan, silahlar geçip PKK'nın eline gider.

Musul'da Irak ordusuna verilen silahlar nasıl DAİŞ'in eline kaldı, biz silahların kimin eline geçeceği konusunda teminatı görmek isteriz. Bu mesele Suriyeli Kürtlere yardım meselesi değil. PKK ile ilişkili gruplara yardım götürülmesine müsamaha göstermeliyiz.

Suriye konusunda eleştiriler sürekli size yöneltildi. Türkiye bir hata yapmış mıdır?

Bunun söyleyenlerin alternatifini söylemesi lazım. Suriye ile ilişkilerimizi hala sürdürüyor olsaydık, en önemlisi vicdanımız nasıl bakardı? Hindistan'dan bize yapılan yardımları söylüyoruz değil mi, nasıl minnetle anıyoruz. Suriye'nin genç nesilleri de Türkiye'yi minnetle anacak. Her türlü muhasebeyi yapmaya hazırım. Türkiye Suriye politikasında hiçbir aşamada hata yapmamıştır.

"Yeni Suriye politikası denilen şey nedir?" diye sordum. Tek başına ayakta duramayan, ülkenin yüzde 14'ünü kontrol eden, Rusya tarafından desteklenen, ayakta duramayan bir rejim, parlak bir gelecek sunabilir mi? Kim bu katliamlarla beraber anılacak, kim özgür Suriye halkıyla beraber anılacak?

- Türkiye'nin İran'a verdiği destek

Orada da doğru olanı yaptık, doğru olan nükleer krizin çözülmesiydi. Defalarca Tahran'a gitmiştim, anlaşma imzaladık. Ama makbul görülmedi. İran krizi çözülseydi farklı bir denklem ortaya çıkardı. Irak ve Suriye'de mezhepçi bir yapılanmayı doğru görmeyiz.

-G20 Zirvesi

Ekonomik gündem bağlamında kritik bir dönemde yapılıyor. Dünyada büyümenin, istenen düzeyin çok geride olduğu bir dönemde yapılıyor. Temel ilkeler etrafında, kuşatıcılık, yatırımlar bağlamında çok önemli kararlar uygulamaya geçildi.

G20 temelde ekonomi ağırlıklı bir yapıdır. Ama siyasal sorunlar da konuşulacak. Çok önemli bir dönemde ve Türkiye'nin öncü rolünü ortaya koyan önemli bir zirve gerçekleşecek.

Geçen seneki zirvede de ele alındığı gibi, 3 prensibi ortaya çıkardık; "kuşatıcılık, uygulama ve yatırımlar." "En az gelişmiş ülkeleri sisteme nasıl katacağız?" sorusu önemli. Ülke içinde her kesimi sürecin içine katmak için KOBİ'leri gündeme getirdik. Genç istihdam konusunu da yoğun olarak ele alacağız. 2008 krizinden beri her yerde bu sorun var. Yatırımların önünü alarak, daha yoğun bir uygulama takvimini öne çıkarmak.

İnsani boyutları itibariyle mülteciler sorunu görüşülecek. G20 gündeminin parçası değil ama siyasal sorunlar, ikili görüşmelerde ele alınacak.

Siyaseti belirleyen şey ekonomik alt yapı. Önümüzdeki dönemde etkin bir ekonomi, önemli bazı kararlar alacağız. Hükümeti kurduktan sonra üç önemli konuda mini kabine şeklinde mekanizma düşünüyorum. Birisi ekonomi alanında. İlgili bakanların katıldığı, dünya ekonomisindeki durumun yansımaların tartışıldığı bir yapı. İkincisi güvenlik ve dış politikayla ilgili özel bir yapı. Üçüncüsü de reformlar. Bütün bunlara odaklanarak Türkiye'nin genel 2019'a giden yol haritasını daha spesifik uygulamalarla takip etmeye kararlıyız.

Kaynak-TRT Haber

Son Haberler

Son Haberler